Yazdır
Kategori: Seyahatname
Gösterim: 11080

Kullanıcı Oyu: 5 / 5

Yıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkinYıldız etkin
 

İnsan Yapımı Sırat Köprüsü

Mostar-1

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Mostar denince birçoğumuzun aklına ilk olarak şairlerin Sırat Köprüsü'ne benzettiği Mostar Köprüsü gelir. Hani şu, bir yaz akşamı Neretva'nın kenarına oturup kendisini seyretmenin bir ömre bedel olduğu o güzel köprü. Mostar Köprüsü, bu topraklarda doğup devşirme yoluyla İstanbul'a gelerek burada Mimar Sinan'ın öğrencisi olarak yetişen Mimar Hayreddin tarafından 9 senede tamamlanmış. Mimar Hayreddin köprünün inşaasını tamamladıktan sonra yıkılacağı endişesiyle hemen mezarını kazıp bir süre ortadan kaybolmuş. Yıkılmadığını öğrenince de tekrar ortaya çıkmış.

Saraybosna'dan Mostar'a yaptığım yaklaşık üç saatlik karayolu yolculuğum esnasında bir yandan harika manzaraları seyrediyor diğer yandan da elimdeki kitabı karıştırıyorum. Mostar'a varıp çok merak ettiğim Mostar Köprüsü'nü gördükten sonra sevinçten gecenin karanlığında Neretva Nehri'ne atlayasım geliyor.

 

Mostar / Bosna-Hersek
Birlik ve beraberliğin sembolü olan bu köprü savaşta bilinçli olarak hedef seçilmiş ve amaç sadece bir köprüyü yıkmak değilmiş. Top atışlarının asıl amacı bu topraklarda İslam kültürü ve sanatı adına ne varsa yok edip, geçmişle bağı koparmakmış. Köprünün dışında diğer birçok yapı da savaştan nasibini almış. Bugün bile şehir sokaklarını gezerken hâlâ yıkık dökük binalar görmek mümkün. Savaşın üzerinden yıllar geçmesine rağmen bazı binalara bakınca sanki her şey daha dün yaşanmış gibi.

Mostar-10

Özellikle de camilerden birinin minaresine çıkıp etrafı seyrederken savaşın izleri daha da göze çarpmakta. Sayısız harabeye dönmüş binalar, mezarlıklar vs. vs.

Mostar-7
Bosna genelinde yapılan Sırp katliamlarını konuşurken Ustaşaları unutmamak gerekir. Ustaşalar, II. Dünya savaşı sırasında Nazi Almanya tarafından da desteklenen 'Hırvat Naziler' olarak bilinirler. Savaşta Mostar Köprüsü'nün akıbetini belirleyen; Yahudilere, Sırplara ve komünistlere uyguladıkları şiddetle adlarını duyuran Ustaşalardan başkası değilmiş.

Mostar-3
Mostar'a gitmeden seyrettiğim Alman yapımı bir belgeselde konuşan görgü tanıklarının söylediklerine göre Ustaşalar, bugün üzerinde 33 mt. yüksekliğinde bir haç bulunan Hum Dağı'nın tepesinden köprüyü top ateşine tutmuşlar. Sabah saat 10’da köprüyü hedef almaya başlayan topçu saldırıları, aynı gün yapılan 13 isabetli atışa rağmen köprüyü yıkamamış. İnternette köprüye yapılan yıkıcı son top atışlarını gösteren videoların altında ise 09.11.1993 tarihi bulunmakta.

Mostar-11

Savaş sonrası İngilizler yıkılan köprünün yerine geçici bir çelik köprü yapmışlar. Daha sonra Aliya İzzetbegoviç tarafından kurulan bir vakfın girişimleriyle Temmuz 2004’de köprünün orjinal haline sadık kalarak yapılan yeniden inşası tamamlanmış. Bu iş için gerekli 15.000.000€ Türkiye, Hollanda, İtalya, Hırvatistan ve Dünya Bankası tarafından karşılanmış.

Mostar-6
Mostarli yerel bir müzisyenden dinleyeceğin bir parça eşliğinde köprünün son halini görmek istersen senin için çektiğim şu görüntülere de bir göz at:

 

 

Savaş öncesi burada Sırbı, Hırvatı, Müslümanı sessiz sakin beraber yaşarlarmış. Savaş çıkınca araya ayrılıklar girmiş. Yerlilerin söylediğine göre bugün itibariyle Müslümanlar Mostar'ın doğusunda, Hristiyanlar ise batısında yaşıyorlar ve kilisenin hemen yanından geçen yol sınırı belirliyor. Savaş zamanı buradan ayrılan Sırplar ise bir daha geri dönmemişler. 

Mostar-12

Akşam köprü yakınlarında dolanırken İsveç'te yaşayan bir çiftle muhabbet ediyorum, aslen Mostarlı ve Müslümanlarmış. Arkadaşın adı Goran. Goran Müslüman ismi değil bildiğim kadarıyla diyorum ve 'evet değil diyor'. İsmini babasının çok yakın bir Hırvat arkadaşı koymuş. O zamanlar öyle ayrım gayrım yokmuş. "Çocuğuna Müslüman adı koyan Hırvatlar da var mıydı" sorumu bilmiyorum diye yanıtlıyor. Yine kendisinin anlattığına göre burada Hırvat ve Müslümanlardan oluşan yerel takımlar maç yaptığında kesin kan çıkarmış, o derece nefret ediyorlar birbirlerinden. Ayrıca demesine göre Hırvatlar provoke amaçlı Hırvatistan forması giyip grup halinde Müslüman mahallesine gezmeye gelirlermiş. Bu olaylar da yine kanlı bitermiş. Burada yaşayan Hırvatlar Bosna-Hersek devletini tanımıyorlar, onlar kendilerini Hırvatistan'a bağlı hissediyorlar.

Mostar-8
Çevre bilinçleri yok, Neretva Nehri'nin Fotoşop'tan çıkma bir rengi andıran renkle akan suyuna borulardan akan pis sular karışmakta. Dikkatli bakıldığında hemen köprünün altında da böyle bir atık su borusunun varlığı göze çarpıyor. Bu güzelliğe bu yapılır mı diye sordum kendime defalarca ama bir ülkeyi oluşturan bireylerin çevrebilinçlerinin, yine o ülkenin refah seviyesine paralel olarak geliştiği geldi aklıma.

Mostar-1
Kızları genelde çok hoş, bir de milli kıyafetlerinin içinde daha da bir hoş oluyorlar. Ayrıca Türk olduğunu söyleyince de daha bir yakın ilgi gösteriyorlar.

Mostar-15

Yine bir akşam vakti etrafta dolanırken İstanbul'da özel bir üniversitede eğitim gören Mostarlı bir arkadaşa rastlıyorum ve sohbet ediyoruz. Türkçesi iyi ama İngilizce konuşmayı tercih ediyor, Türkçe sorularıma genelde İngilizce cevap veriyor. "İstanbul nasıl, memnun musun?" sorumu ise yok abi değilim diyor. Sebep? Türk kızları çok cadaloz ve sinirliler, anlaşmak çok zor diyor. Ayrıca da çok milliyetçiler ve bu nedenle pas vermiyorlar diyor. Bu yazıyı okuyan bayanlara selam olsun! Namınız almış başını buralara kadar yürümüş diyorum, daha fazlasını halim yok anlatmaya..

Yine aynı arkadaşla sohbet ederken bir yandan camide teravi namazı kılan cemaatin diğe yandan caminin hemen yan tarafında bulunan bardan son ses müzik geliyor. "Müzik sesi içeriden de duyuluyor mu?" diye sorunca "buradaki ses aynen içeride" yanıtını alıyorum. Söylemesine göre barın sahibi Müslümanmış. Burada böyle, bakma sen öyle yabancılara iyi muamale çektiklerine, buranın insanı birbirine saygı göstermez diyor. Birbilerine karşı gerçekten de çok kabalar!

Bosna'nın diğer bölgelerinde olduğu gibi burada da Alman dili konuşulan ülkelerin şirketlerinin mallari gözüme çarpıyor. Eski araçlar, otobüsler, tramvaylar, harç karma makinaları vs. Ayıca Türk dizileri burayı da fethetmiş. Herkes hepsini biliyor ve sıkı takipçileriler.

Mostar köprüsünün en güzel manzarası için minareye çıkmak gerek, oradan çok iyi gözükmekte. Türk olduğunu söyleyince bedavaya salıyorlar, hatta en kolay yolu 'Selamun Aleykum' deyip durmadan devam etmek, sonra kimse durdurup nere gidiyorsun diye sormuyor. Aksi takdirde tüm turistlerden para alıyorlar.

Bosna'ya gitmeden ülke hakkında bilgi edinme amaçlı okuduğum kitaplardan biri olan Hüseyin Yorulmaz'ın 'Osmanlı'nın Batı Yakası Bosna' isimli kitabında Mostar Köprüsü'nün hikayesi akıcı bir dille anlatılmış. İstersen bir de sen oku:

 

Mostar Köprüsü'nün hikayesi

Rumeli Ağası da denilen devşirme memuru zaman zaman ihtiyaca göre bütün bölgeyi dolaşarak yetenekli, akıllı, gelecek vadeden 8-17 yaş grubu arasındaki çocukları "kırk evden bir oğlan" hesabıyla toplayıp atların üstüne her iki taraflı yerleştirilmiş büyük sepetlerde İstanbul yolunu tutarmış. "Osmanlı Tarih Lügati"nde seçilecek çocuğun özellikleri şöyle belirtilir: Yahudi çocuğu ve tek çocuk kesinlikle alınmazdı. Kanun gereğince çocukların en asilleri, papaz çocukları, iki çocuğu olanın biri, bir kaç çocuğu olanın en güzeli ve en sağlıklısı seçilirdi. Alınacak olanların orta boylu olmasına dikkat edilirdi. Çoban ve sığırtmaç, köse, kel, doğuştan sünnetli, Türkçe bilen, İstanbul'a gelip gitmiş, sanat sahibi, çok uzun veya çok kısa boylu olanlar da devşirilmezdi. (Not: bazı kaynaklarda İstanbul'a gelip gitmiş çocukların da devşirildiği yazmakta.) Yalnız Bosnalı olan Müslüman çocuklarının saray ve Bostancı Ocağı için devşirilmelerine müsaade edilmişti.

Balkanlardan devşirilen çocuklar arasında Bosna'dan gelen çocukların boy-posü zekâ ve eğitime yatkınlığı bakımından diğer yerlerden gelenler arasında ayrı bir yeri vardı. Bosna'daki bu gelenek ta Fatih Sultan Mehmed zamanından beri sürüyordu. Onlar Müslümanlığı kendiliğinden kabul ettiği için diğerlerine nazaran memuriyete daha kolay kabul ediliyorlardı. Sokollu Mehmed Paşa, Tiryaki Hasan Paşa, Boşnak Mehmed Paşa, Köprülü Paşalar hep bu şekilde seçilerek en üst makama kadar gelmiş devlet adamlarıdır. Bunun yanında yeniçeri ağalığına, silahtarlığa, beylerbeyiliğine, kaptan  paşalığa, vezirliğe kadar yükselenlerin sayısı hayli fazla idi.

Kânûni'nin ilk yıllarında, ikna kabiliyeti ve çocukları ana-babalarından gönül rızası ile alanların başında Yeşilce Mehmed Bey gelirmiş. Mehmed Bey, gittiği yerde gözüne kestirdiği çocukların ailesinin nabzına göre şerbet verir ve şöyle dermiş: "Baka efendiler hanımlar! Oğlunuzun açık istikbâli alnındam görülüyor. Buçocuk, eminim ki, büyük mevkilere erişecektir. Er başından devlet ırak değildir. Kaderi yaver olanlara, feyiz hazinelerinin kapıları ardına kadar açıktır. Gün gelecek, hepinizin elinden tutacak olan bu çocuktur. Onun sayesinde her biriniz servet ve saadete kavuşacaksınız. Şu anda başınıza bir devlet kuşu kondu. Cehâlet edip de uçurmayın. Ocağınıza mutluluk kervanı indi. Aptallık edip de göçürmeyin. Cevherleri buralarda söndürmeyin."

Ana ve babaların bir kısmı gerçeklilik payı büyük bu sözler karşısında çocuğunu eliyle tutup teslim ederken, bir kısmı da vermemek için çocuklarını ormana gönderir veya verdiği abuk-sabuk cevaplarla aptal görünmelerini sağlarmış. İşte Hayreddin de Bosna'dan alınıp İstanbul'a gönderilen bu (acemi) oğlanlar(ın)dan biriymiş. Ailesi önce göndermek istememiş ama, kaderin kozasını ördüğü örümceğin ağına düşmekten de kaçamamış.

Ağa kervanıyla Mostar bölgesinde Blagay'dan beri gözüne kestirdiği çocukları devşirdikten sonra Neretva'nın kenarında atlarını sularken yakıcı güneş altında bir çocuğun balçıkla oynadığını görmüş ve uzaktan uzağa onu seyre dalmış. Yanına yaklaşan atların nal ve çıngırak seslerini bile duymadan kendinden geçercesine çamura şekiller veren çocuk, yaşından beklenmeyen harika şeyler yapıyormuş. Ağa yanına yaklaşarak:

- Evlâdü aferin sana! Kendini kaptırmış ne güzel şeyler yapıyorsun böyle, demiş.

Zeki bakışlı çocuk oturduğu yerden kalkıp kendine çeki düzen vererek:

- Sağolasınınz Ağa hazretleri, demiş. Çocuk muhtemelen Ağa hazretlerini oturdukları Buna nehrinin kıyısındaki birkaç hanelik Blagay'da görmüş, ailesi de kervanın geldiğini duyunca onu köyden uzaklaştırmış, git suyun kenarında akşama kadar oyalan diyerek ta Neretva'nın kıyısına kadar göndermişler. Ergenlik yaşını yaşayan çocuğa Ağa hazretleri şöyle demiş:

- Bak, bunları şimdi kafandan rastgele yapıyorsun. Bu işlerin ilmini görmek ister misin? Hem de İstanbul'da...

- Ne buyurursanız doğrudur, Ağa hazretleri.

Ağa, çocuğun yeteneği ve verdiği cevaplarla saygı ve teslimiyeti bir araya gelince, onu da kervanındaki atın bir sepetine koymak istemiş. Ancak çocuk:

-Ağa hazretleri benim anam, babam ve kardeşlerim var, ne derler sonra demiş. Ağa çocukla birlikte ailesine gitmiş. Çocuğun akıllı ve gelecekte büyük işler yapıp büyük adam olacağını, onun burada heba olmaması gerektiğini anlatmış tüm ikna kabiliyetini kullanarak. Çocuğun ailesi daha Müslüman olmamış ve Bogomillerdenmiş. Çocuğu kervandan kaçırmalarına rağmen, karşılarına çıkan bu rastlantıyı hayra yormuşlar ve bağırları yana yana evladlarını Ağa'ya teslim etmişler. Çocuğun adını Hayreddin koyan Ağa da kervandaki atın boş sepetlerinden birine atmış.

Hayreddin'in yer aldığı Ağa'nın kervanı bir yaz sonu günler ve geceler buyu menzilden menzile konaklayarak İstanbul'a gelmiş. Hayreddin o ilk yolculuğu hiç unutmamış. Sepetlerin gıcırtısı, kuşların ötüşü, rüzgarın esişi, geçtikleri derelerdeki suların şırıltısı, köpeklerin havlayışı, atların kişneyişi, konaklarda tanımadığı insanların konuşmaları ve kılık kıyafetleri ile kendisini bir anda başka bir dünyanın içinde bulmuş. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarınun insan üzerinde unutulmaz kalıcı anıları ve izleri vardır. Bu çocukluk anılarının geçtiği yıllar, özlem dolu yıllardır. O çağda elde edilen etki ve kazanım, izlenim şüphesiz bir sanatçının hayatında daha bariz ve daha dışa vurulmuş çizgiler halinde kendini gösterir ve eserlerine de yansır. Küçükken yaşanılanlar, karşılaşılan olaylar çocukluk döneminden kalma o beyaz sayfada ilk karalandığı haliyle durur. İşte bu yönden söz konusu ettiğimiz 'etki' sürekli ve kalıcıdır. Çocukluk yıllarında elde edilen kazanımlar insanı ister istemez devamlı olarak etikiler ve belki de hayatı boyunca yönlendirir.

Yeniçeri yapılacak çocuklar Acemi Ocağında yetiştirilirdi. Bu ocak Murad Hüdâvendigar zamanında kurulmuş. Kurucuları arasında devrin ulemasından Karamanlı Molla Rüstem, Çandarlı Kara Halil Paşa ve Rumeli'nin ilk fatihlerinden Gazi Evrenos Bey bulunmaktadır.

Rumeli'den devşirilen çocuklar İstanbul'a getirildikten sonra Ocağa alınmadan evvel Anadolu'da Türk çiftçisinin yanına verilerek ziraat işlerinde kullanılmaları, bu sırada Türk dilini, Türk İslâm geleneğini öğrenip benimsemeleri daha uygun görünürdü. Buna 'Türke vermek' denirdi.

Yıllar yılları kovaladı, aradan yirmi yıl geçti. Hayreddin zaman zaman padişahın yanında Sinan'la birlikte sefere çıktı. Kendisi gibi devşirme olan padişahın başmimarı Sinan'ın güvenini ve mesleğini kazandıktan sonra kalfalığa yükseldi. Hayreddin, ustası Sinan'ın yanında bir yandan ordu mimarı olarak seferlerde bulunurken, öte yandan da bilhassa İstanbul'da muhteşem eserlerin plan ve projelerin çiziminde çalışıyordu. Böylesine yoğun geçen çalışmaların arasında Hayreddin bir gün babasından kahır yüklü bir mektup aldı. Şöyle yazıyordu oğlunu özleyen babası: "Oğul, seni İstanbul'a, payitaht şehrine ilim-irfan sahibi olasın diye yolladık. Şükür, yüzümüzü kara çıkartmadın. Devlete hizmetlerinden hoşnut olduğunu duyar, seviniriz. Yalnız, bizleri gözardı ettiğine üzülürüz. Niceyiz, derdini, sıkıntınız var mı diye hiç sorar mısın? Artık kocadık. Tez zamanda köprümüzün yapılmasına vesile olasın".

Neretva'nın iki yakasını birbirine bağlama düşüncesi Hayreddin Kalfa'nın aklından çıkmıyordu zaten. İstanbul'a onun için geldiğini, memleketine geri dönüp bir köprü yapmak için burada bulunduğunu biliyordu. Mostarlılar Sultan Süleyman'a nâme üstüne nâme yolluyorlardı, şehirlerine bir köprü yaptırması için. Bu arada padişah da başmimarını huzuruna çağırarak, Mostarlıların kendisine yolladığı mektubu gösterdi. Uzun uzun sohbet ettikten sonra son söz olarak padişah, başmimarına: 'Ey koca mimar, ülkemizin en batı ucunda öyle bir köprü yaptırasın ki, devletimizin şanına layık ola, hep bizi hatırla' dedi. Sinan da 'Başüstüne' diyerek huzurdan ayrıldı. Ancan Sinan'ın gözüne söz verdiği yer dünyanın bir ucu. Bir taraftan yeni başlayan, öbür taraftan yarıda kalıp devam eden bunca projeler, işler aksamaz mıydı? Bunca işlerin arasında ta dünyanın bir ucunda bulunan bu köprüye nasıl zaman ayrılacaktı!? Cihan padişahına bir kere söz vermişti. Bu emre karşı 'hayır' demek ne mümkündü!? Aslında başmimar bu sorumluluğu üzerine yükleyeceği birini biliyordu ama teklifin ondan gelmesini bekliyordu.

Padişahın emri, koca mimarın yanında kalfa olarak çalışan Hayreddin'in de kulağına gelmişti. Hayreddin bunu duyar duymaz, tüm cesaretini toplayarak başağasının huzuruna çıktı. Memleketine hizmet edememenin sıkıntısını çeken Hayreddin, başmimar Sinan'a babasının da gönderdiği mektubu göstererek Blagay'dan beri kısaca hayat hikayesini anlattı. Neretva'nın kenarında çamurla oynadığı yılları, ve Ağa hazretlerinin kendisini bu esnada bularak devşirdiğini belirtti. Kısacası işi Neretva üzerine yapılacak köprüye getirdi ve inşasına talip oldu: "Ağam, kulunuza üç ay müsaade buyurun. Bizaat gidip yerinde yapacağım köprünün bir örneğini kurayım, ondan sonra size takdim edeyim. Takdir sizin."

Mimar Sinan kalfasının bu isteğine tam da evet demedi ama, karşı da çıkmadı. Sorumluluğu tam üzerine alması ve ona yeşme olmuş havasını vermemek için "düşünelim" diye cevap verdi. Hayreddin ertesi gün sonra henüz on-on beş yaşlarındayken kenarında oynadığı Neretva'ya verdı. Günlerce yapmayı düşündüğü köprünün hayâliyle yattı kalktı. Padişahın, başmimarına söylediği köprünün "devletimizin şanına layık olacak" yolundaki fermânını da "emir" telakki ediyor, aklından çıkarmıyordu.

Şairlere nasıl ilham gelirse, nehrin kenarında dolaşan Hayreddin'e de bir an beklediği ilham geldi ve "tamam" dedi, "buldum." "Köprüye hilâl şeklini vermem lâzım. Bir de uğruna gaza ettiğimiz Allah'ı hatırlatması gerek, ama nasıl? O'nun 99 Esmâü'l-hüsnâsını çağrıştıracak 99 adet süt beyaz Oruçeviç mermer taşından basamak yapmalıyım." (Not: köprünün üzerinden iki defa sadece mermer taşları saymak için geçsem de bir türlü 99 sayısına ulaşamadım.) Projeyi çizdi ve uzun bir yolculuktan sonra Mimar Sinan'ın huzuruna çıkarak düşüncelerini anlattı, planını gösterdi. Kimsenin aklına gelmeyen bu köprünün şekli ve verdiği ilham Sinan Usta'yı çok sevindirdi. Maiyetinde çalışan bir kalfanın böyle bir işe imza atacak olması onu mutlu etti. Durumu padişaha iletti. Padişah da razı oldu ve projeyi kabul ederek Hayreddin'e "ağa"lık payesi verildi. Dülgerlikten yetişme Blagaylı köylü çocuğu, İstanbul'dan tasını tarağını topladı ve Hayreddin Ağa olarak memleketine döndükten sonra hemen köprünün yapımına başladı.

Kâtip Çelebi'ye göre, Neretva üzerine daha önce Mehmed Ağa tarafından 1467 tarihinde yapılmış olan asma köprünün yıkılması üzerine daha iyi ve sağlam bir köprü için halk padişaha başvurmuş, padişah da bu iş için Mimar Sinan'ı görevlendirmiş, o da aynı bölgeden yetişmiş ustalarından Mimar Hayreddin'e havale etmiş. Hayreddin aynı yerdeki köprünün akıbetini babasından ve dedesinden duymuş ve biliyormuş. Onun için kendisinin mimarı olacağı köprünün yüzyıllarca yıkılmaması için nereye ve nasıl yapılacağını aylarca düşünmüş. 1557'de temeli atılan ve 9 yılda 456 kesme taş kullanılarak inşa edilen köprü, sanki şairin:

   Taşımış harcını gazileri, serdarıyla

   Taşı yenmiş nice işçisi, mimarıyla

şiiri eşliğinde 1566 tarihinde tamamlanmış. Hayreddin Usta köprüyü yaptıktan sonra öncekinin akıbetine uğrar endişesi ile bir süre ortalardan kaybolmuş. Köprünün yıkılmadığını öğrenince günler, haftalar sonra şehre dönmüş.

4 metre genişliğinde, 30 metre uzunluğunda ve nehirden 24 metre yüksekliğindeki köprü dünya kültür mirasının en önemli eserlerinden biri olup dört asırdan fazla bir zaman 427 yıl bütün haşmet ve görkemiyle ayakta kalmıştır. Mostar şehrini ikiye bağlayan köprüden büyük övgüyle sözeden Evliya Çelebi, o güne kadar 16 ülke gezdiğini, böyle yüksek bir köprü görmediğini anlatır. 17. yüzyılın ikinci yarısında tüm Osmanlı topraklarını gezerek kayda geçiren Evliya Çelebi'yi şaşırtan köprünün haşmeti, bütün Rumeli topraklarının kültürel çetelesini 20. yüzyılın ortalarında tutan Ekrem Hakkı Ayverdi'ye de hayretlere düşürür: Bu köprü, mimari dehanın terkibiyle taştan yapılmış değil de muhayyilenin cisim halini almasıyla meydana gelmiş gibi efsanevî bir mana ve ruh kazanmıştır. Evliya'nın belirttiğine göre, Mostarlı şair Hasan Ziyaî Efendi köprünün yapılışına şu şiiriyle tarih düşürmüştür:

   Kavs-ı kûzahın aynı bir köprü binâ oldu

   Var mı bu cihân içre mânendi hey Allah'ım

   İbretle bakıp dedi târihini bir ârif

   El geçtiği köprüden biz de geçeriz şâhım

Buradan ebcet hesabıyla köprünün 974 (1566) tarihinde yapıldığını öğreniyoruz. Aynı tarih başka bir kitâbede daha geçer: "Kudret kemeri."

Yüzyıllara meydan okuyan bu muhteşem köprü son savaşta, 9 Kasım 1993'te Hırvat topçuları tarafından hedef seçilerek bombalandı. Savaş ortamında Osmanlı'yı çağrıştıran ne varsa hedef seçilmişti. Böylece köprü de nasibini aldı. Köprü Bosna'da kültürel çeşitliliğin sembolü haline geldiği için ve dünya âlem de bunu bildiği için Ustaşalar tarafından bombalanmıştı.

Savaş sonrasında İngiliz güçleri yıkılan köprünün yerine geçici bir demir köprü yaptılar. Boşnaklar köprüyü yıkan ve Hırvatlara fazla güvenmiyorlardı. İlk plana göre köprünün yapımını Türkiye üstlenecekti ve Boşnak ve Hırvatlardan oluşan idâri kadro da işlemleri yürütecekti. Ancak her iki toplum arasında anlaşma sağlanamadı. Sonra Aliya İzzetbegoviç tarafından kurulan bir vakıf aracılığıyla köprünün yapımına gidildi. 1997 yılında UNESCO ve Dünya Bankası'nın desteğiyle Mostar köprüsünün özgün haline uygun olarak yeniden inşası çalışmalarına başlandı ve ilk yardımı bir milyon dolarla Türkiye yaptı. Köprü Türkiye, ABD, İtalya, Hollanda, Hırvatistan'ın, katkılarıyla bir Türk firması olan ER-BU tarafından yapılarak 23 Temmuz 2004 yılında açıldı.  Köprünün yapımında yıkılırken nehre dökülen beyaz kireç taşları ile çevredeki taşocaklarına yaptırılan aynı taşlar kullanıldı. Mostar köprüsü ve Mostar şehri 2005 yılında ''Dünya Kültür Mirası Listesi"ne eklendi.  Batılı seyyahların "taş kesilmiş hilal," "emsalsiz bir eser," "görünüşüyle bütün statik kanunlarla alay eden zarafet ve incelik eseri' dedikleri köprü bugün de ayaktadır. Köprüyle beraber özdeş şehrin bizim için ayrı bir önemi vardır. Köprünün öbür yakası ve bu yakası. Neretva nehrinin ikiye böldüğü şehrin bir yanı cami ve medreseleriyle, kaldırımlarıyla, saat kulesiyle, evleriyle, harâbe yapılarıyla, havasıyla, suyuyla, Osmanlı yani biz; bir yanı da kiliseleriyle, kocaman haçlarıyla, yüksek binalarıyla ve abus çehresiyle günümüz kentlerinden bir kent. Global bir köy.

 

Mostar Fotoğraf Galerisi: