Depremle Beraber Er'i Gitmiş Ciş'i Kalmış
Okulda deprem hesaplarıyla bir hayli haşır neşir olmuş bir öğrenci olarak depremden sonra Van'a gitmeye karar verdim ve bunun sonucunda planlarını yapmış olduğum İran gezisini biraz öne alarak önce İran'a, oradan da dönüş yolunda Hakkari üzerinden Van'a gittim. Amacım depremin etkilerini bir mühendis gözüyle gözlemleyerek arşivime bu konu hakkında birkaç fotoğraf kazandırmaktı ve öyle de oldu. Gerçi her ne kadar depremden yaklaşık iki ay sonra Van'a varabilmiş ve bazı şeyleri kaçırmış olsam da yine de gittiğime değdi diye düşünüyorum. Bazı fotoğrafları aşağıda seninle de paylaştım.
Van'a varır varmaz uçakta tanıştığım dağcı grupla beraber bizi bekleyen minibüse atladığımız gibi önce kahvaltı yapmak üzere şehir merkezinin yolunu tutuyoruz. Kısa yolculuğumuz boyunca yol kenarlarındaki depremzedelerin kaldıkları çadırlar dikkat çekiyor. Bu arada, kendisiyle ilk defa bizzat memleketinde tanışma şerefine mazhar olduğum meşhur Van Kahvaltısı söylenildiği kadar varmış. En çok da otlu peynir hoşuma gidiyor. Dağcı grubun bir üyesi olan İsmet Abi sağolsun hepimizin hesabını ödüyor. Kendisine buradan bir kez daha teşekkür ediyorum.
Gruptan bir bayan depremden hemen sonra buraya gelerek yardım çalışmalarına katılmış. Söylediğine göre buraya gönderilen yardım tırlarının önü yollarda silahlı şahıslar tarafından kesilerek içindeki malzemeler başkaları tarafından kulllanılmak üzere bilinmeyen bir yere götürülmüşler. Tekrar minibüsümüze atladığımız gibi istikamet Doğubayazıt, oradan da Gürbulak Sınır Kapısı'ndan İran.
İran dönüşü Hakkari Esendere Sınır Kapısı'ndan tekrar Van'a geliyorum. Merkezden Erçiş'e giden minibüste yanına oturduğum utangaç bir arkadaşla muhabbete başlıyorum. Konuşmamız esnasında lafları ağzından cımbızla alıyorum. "Abi orada ne işin var, önceden de bir şey yoktu şimdi ise hiçbir şey kalmadı" diyor. Merak ettiğim için bir gidip bakacağım deyince de, "kalacak yerin var mı peki?" diye soruyor. Yok diyorum, henüz yok. Allah yardımcın olsun abi diyor ve vedalaştıktan sonra yol üzerindeki bir köyde iniyor.
Van'dan hava kararırken yola çıkıyorum ve Erciş'e varana kadar iyicene akşam oluyor. Son durağa gelene kadar minibüste iki kişi kalıyoruz. Bir ben bir de boynunda kalınca bir altın kolyesi olan sivri bıyıklı ellili yaşlarda bir adam. Şoför bana soruyor, "abi nereye gidiyorsun?". Bilmiyorum, önce kalacak bir yer bakmam lazım diyorum. "Abi, bu aralar buralarda kalacak yer bulmak zor, millet sokakta yatıyor" deyince, yanımdaki yaşlı adam gel bende kal yeğenim diyor. Teşekkür edip peşine takılıyorum. Minibüsten inip az yürüyünce adam başlıyor saymaya, bak yeğenim ben yalnız yaşarım, kimsem yoktur. Tek odam var, bir de alkol alırım deyince, dayı kafayı çekip gece yanıma uzanma derdinde herhalde diye içimden geçiriyorum. Oğlancı mıdır nedir anlamadım. Tamam dayıcığım ben seni daha fazla tutmayayım deyip yoluma devam ediyorum.
Az ileride köşede bekleyen bir taksiye yanaşıp kalacak yer soruyorum. "Abi öğretmen evi var ama orası da depremzede öğretmenlerle dolu" cevabını alıyorum şoförden. Tam o sırada arkadan genç biri yanaşıp "kalacak yer mi arıyorsun?" diye soruyor. Kendisi burada bir okulda müdür yardımcısıymış. Evet hocam deyince gel benimle diyor ve peşine takılıyorum. Kendisi de depremzede öğretmenlerden biri, kaldıkları ev depremde ağır hasar gördüğünden ailesini başka bir şehirde olan ebeveynlerinin yanına göndermiş. Burada diğer depremzede öğretmen arkadaşlarla bir yurtta kalıyor.
Mehmet Hoca sağolsun beni kaldığı yurda götürüyor ve birkaç günlüğüne memleketine giden bir diğer öğretmen arkadaşının boşalan yatağını bana veriyor. Bu yurt aslında bir öğrenci yurdu ama deprem sonrası eğitime ara verildiğinden evsiz kalan depremzede öğretmenleri buraya yerleştirmişler. Yurda ilk geldikleri zaman yemekhanede yemekler ücretsizmiş lâkin ihtiyacı olsun olmasın dışarıdan herkes buraya yemeğe gelmeye başlayınca yemekler ücretli olmuş ve bu durum da en çok depremzede öğretmenleri etkilemiş.
Akşam kantinde bu yurtta kalan diğer öğretmen arkadaşlarla da tanışıyorum. Muhabbet o biçim, hepsinin farklı bir hikayesi var. İçlerinde bir de genç bayan polis arkadaş var. İstanbul'dan buraya bir iki hafta önce tayin olmuş. Üzerindeki dar pantolonu ve ojeli parmaklarıyla bölgeye henüz ayak uydurmak istemiyor gibi bir haldeydi. Buralara henüz alışamamış, İstanbul'a dönmek istiyormuş ama nafile diyor, beş sene daha görev nedeniyle buralardaymış.
Kantinde ben diyim 40 sen de 50 öğretmen var, herkes birbirine hocam diye hitab ediyor. Bir ara bana da "hocam yeni mi tayin oldunuz, hayırlı olsun" demeye başlayınca yok ben gezmeye geldim diyorum. Bazıları bana bakıp; "Erciş'e gezmeye gelmiş, bir git Allah aşkına" diye gülüyorlar. Sonra masadan masaya yayılıyor bu haber. Bir ara kendimi uzaylı gibi hissediyorum.
Muhabbet tam koyu bir hal almışken öğretmenlerden biri, "susun susun bizim haber çıktı" diye bağırınca kantin bir an sessizliğe bürünüyor. Depremzede öğretmen arkadaşların yaşadıkları zorlukları konu alan bir röportaj özel bir televizyon kanalında ekranlarda. Kendileriyle röportaj yapılan bazıları da televizyonda kendilerini seyrederken gülüyorlar.
Sabah kalkınca Mehmet Hoca ve iki diğer öğretmen arkadaşıyla beraber bir kahvaltıcıya gidiyoruz ve bir güzel kahvaltımızı yapıyoruz. Gerek kahvaltıcıya giderken gerekse kahvaltı esnasında sohbetimizi aralıksız sürdürüyoruz.
Anlattıklarına göre depremden sonra oluşan düzensizliği fırsat bilen hırsızların tamamı buraya dolmuş. Depremden önce güvenli bir yer olan Erciş deprem sonrası terör estiren hırsızlar nedeniyle güvensiz bir bölgeye dönüşmüş. Esnaf da fırsat bu fırsat diyerekten fiyatlara zam yapmış.
Bir diğer sorun da gerek evleri yıkılan gerekse deprem korkusuyla evlerine giremediklerinden çadırlarda yaşayan insanların karşı karşıya kaldıkları zorluklar. Bu zorluklara bir de namus düşmanları eklenmiş; çadırda uyku anında spreyle bayılttıkları kocasının yanında bir kadına tecavüz edildiğini de söylüyor kendileri. Duyunca tüylerim diken diken oluyor.
Mehmet Hoca konteynır ev alabilmek için önceden ayarladığı randevuya gitmesi gerektiğinden kahvaltı sonrası kendisiyle vedalaşıp ayrılıyorum. Kendisine daha sonra telefonla ulaşmaya çalışsam da başarılı olamıyorum. İnşallah ailesiyle beraber rahat edebileceği bir yere kavuşmuştur.
Daha sonra Erciş sokaklarında ve depremde ağır hasar görmüş binaların içinde voltalamaya devam ediyorum. Bazı dört beş katlı binalardan geriye sadece üzerinde binanın adresi yazılı bir tabela kalmış. Bazıları da öyle hasar görmüş ki, bırak içinde yaşamayı yanlarından geçerken bile insanın içi ürperiyor.
Erciş deprem öncesi nasıl bir yerdi bilmiyorum ama deprem sonrası pek bir şey kalmadığını gidip kendi gözlerimle gördüm. Depremden önce toplam nüfusu yaklaşık bir milyon olan Van'ın nüfusunda depremden sonra yaşanan göçler sonucu bir hayli gerileme olmuş. Kesin rakam söylemek zor; kimilerine göre 200.000, kimilerine göre 500.000 insan başka şehirlere göçmüş. Gerçek rakamlar hakkında hiçbir bilgim olmadığından kimin söylediği doğru bilemiyorum. Şu an itibariyle ise resmi makamlar tarafından Van'ın nüfusunun deprem öncesine nazaran %4'lük bir artış gösterdiği söylenmekte....
* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *
Geçen dönem üniversitede katıldığım yüksek lisans derslerinden birinde Van depremi hakkında bir de sunum hazırlayarak hocaların beğenisine sundum ve kendileri 'sen gerçekten kalkıp bu iş için buradan oraya mı gittin' diyerek şaşkınlıklarını gizleyemediler ve mükâfat olarak iki tanesi yüksek lisans tez danışmanım olmayı teklif ettiler.
Son olarak bir de bazı Erciş fotoğraflarımıza bakalım:
Read more...